“Minas Anor’da Güneş Kulesi’nde dikiliyorum,” dedi “ve bakın! Gölge gitti!”
J.R.R. Tolkien - The Lord of the Rings
Her ne kadar bu amaçla kolları sıvamış olsam da fantastik edebiyat üzerine bir yazı hazırlamak tasarlarken bile hiç kolay gözükmüyor, zîra bu türün tarihsel ve yazınsal gelişimi ziyadesiyle girift, ama yine de anlaşılır bir yazı olacağını umuyorum.
Nedir fantastik? Önce bu sözcüğün etimolojisine bir bakalım isterseniz. Köken olarak bir noktada hayal anlamına gelen Yunanca bir sözcükle karşılaşıyoruz: Phantasia. Bundan phantasma (hayalet), phantastikon (imgelemi ilgilendiren), phantastike (hayal edebilme yeteneği) gibi sözcükler türetiliyor. Ortaçağ’da fantastique sıfat olarak kullanılıyor ilk kez. Cin tutmuş anlamı veriyor o dönem. Fantasie kelimesi klasik Fransızca’da imgelemi belirtiyor. 19.yüzyılın ortalarında bu kavram bugün yerleşmiş anlamına kavuşuyor: Yalnızca imgelemde var olan ve yalnızca cismanî bir varlığın görüntüsüne sahip olan olarak iki ayrı anlam ifade etmeye başlıyor. Bugün TDK fantastik sözcüğünü aslında çok da farklı olmayan bir biçimde tanımlıyor: Gerçekte var olmayan, gerçek olmayan, hayalî.
O hâlde şimdi, bu derlediğimiz kısa etimolojik verilerden yola çıkarak fantastik edebiyatın neyi kapsadığını söyleyebilir miyiz? Bu elbette pek kolay gözükmüyor. Bu anlamda çok farklı tanım arayışları mevcut. Örneğin Tzvetan Todorov’un edebiyatta fantastiği tanımladığı incelemesine başvurabiliriz.
Öncelikle Todorov’un tekinsiz ve olağanüstü diye iki ayrı ana tür tanımladığını bilmemiz gerekiyor. Ona göre fantastik bu iki komşu türün arasında yer alıyor. Bunu şöyle açabiliriz: Sözgelimi bir öykü okuduğunuzu varsayın ve bu öyküde geçen olaylara dair, bunların doğal mı yoksa doğaüstü olaylar mı oldukları konusunda bir kararsızlık çekiliyor olsun. Todorov’a göre, bu kararsızlık hâli sürdüğü müddet fantastik denilen tür ortaya çıkar. Yani okuyucu ve çoğunlukla onunla aynı anda öykü kahramanın içine düştüğü karar verememe hâli fantastiğin temel koşuludur ona göre. Bir noktada artık olayların doğal açıklamaları olduğu kanaatine varılırsa o zaman fantastik biter ve tekinsiz denilen türe geçilir, ya da aksine olayların doğal olmayan türden olaylar oldukları kanaatine erişilirse, yine fantastik biter ve olağanüstü denilen türün sınırlarına adım atılır.
Görüldüğü üzere Todorov fantastiği okuyucunun ve öykü kişisinin kararsızlık sürecine sıkı sıkıya bağlayarak, türün sınırını da epeyce daraltıyor. Bu açıdan bakıldığında pek çok eserin fantastik edebiyat içerisinde kendine yer bulması mümkün olamayacaktır. Dolayısıyla Todorov’un bakış açısı kendi bütünlüğü açısından çok yetkin olsa da, hattâ kavrayış açısından çok yararlı olsa da, kişisel olarak daha farklı bir tanım ihtiyacı duyabiliriz.
O zaman tanım arayışına devam edelim. Çoğumuzun öyle ya da böyle bir şekilde tanıdığı H.P.Lovecraft’ın tanım çabası şöyle: “En önemlisi atmosferdir çünkü (fantastiğin) özgünlüğünün ana ölçütü olayın yapısından çok yaratılan özel izlenimdir. …Bu nedenle fantastik masalı, yazarın niyetinden çok, uyandırdığı heyecan yoğunluğuna göre değerlendirmeliyiz. …Okuyucu derin bir korku ve terör duygusuna kapılıyorsa ve alışılmamış güçlerin varlığını duyuyorsa o masal fantastiktir, işte bu kadar basit.”
Böylece Lovecraft fantastiği okurun psikolojik tepkilerine bağlama yolunu seçiyor. Eğer korku ve terör uyandırıyorsa okunan metin fantastiktir diyor. Peki bu yeterli mi? Şüphesiz korku klasik fantastikte çok sık ortaya çıkar fakat her zaman değil. Yani bu tanım Lovecraft için yeterli olsa bile klasik fantastik edebiyat içinde yer alan fakat korku hissi uyandırmayan eserler için yetersiz kalacaktır.
İşin aslı şu ki, fantastik edebiyat etrafına sınırlar çizilmesi zor bir edebi alan. Burada da görülebilir; bugün bildiğimiz şekliyle modern fantastik edebiyat ne Todorov’un yapısalcı fantastiğine ne Lovecraft’ın korku ve dehşet hissi üzerine kurulmuş fantastiğine tam olarak denk düşmüyor. Peki öyleyse Yüzüklerin Efendisi’ni ve benzerlerini nereye yerleştireceğiz? Aslında yerleri örneğin Todorov’un kuramına baktığımızda olağanüstü denilen türün içine alınabilirmiş gibi duruyor. Fakat bu noktada şunu belirtmek elzem olacak; klasik fantastik üzerine söz söyleyen yazar ve eleştirmenler peri masallarını ya da bu yapıdaki anlatıları fantastik dedikleri metinlerden ayırma yoluna gitmişler. P.G.Castex’den yapılan şu alıntı bu ayırımın nedeni konusunda bize sağlıklı bir yardım verebilir: “Zihnin yerinden yurdundan uzaklaşmasını ifade eden mitolojik anlatıların ve peri masallarının geleneksel uydurmacılığından” farklı olarak fantastik, “gerçek yaşam çerçevesine gizemin zorla dâhil edilmesiyle” nitelendirilir.
Bu alıntıda dikkat çekici unsur peri masalı ya da benzeri bir mitolojik anlatının klasik fantastikten açıkça farklı bir biçimde kurulduğudur. Daha net ifade edersek; peri masalı bildiğimiz dünyadan bütünüyle farklı bir dünya üzerinde olmasa bile hemen dikkatimizi celbedecek denli bariz farklılıkta bir hayalî dünya üzerine kurulur. Alıntıda dikkat çekilmeyen ama benim ekleyebileceğim bir başka bağlam da peri masalının bir uzlaşmayla kuruluyor olmasıdır. Masalın hayalî imgeleri ile bildik gerçeklik bir araya gelirken hiçbir sorun ortaya çıkmaz ve hemen uyuşurlar (hem okurun zihninde, hem de öyküde). Hâlbûki klasik fantastik yine Castex’e göre “günlük gerçekliğin yapısında bir kırılma, bir yırtılma” yaratır. İşte gerçeklikte meydana gelen bu kırılma bir sorun demektir ve anlatı bu sorun üzerinde döner. Olağan ve olağanüstü arasında “kavgalı” bir durum ortaya çıkmış demektir ve ikisi arasında en azından fantastik kararsızlık sürdükçe bir çatışma var demektir. Bu nedenle örneğin Case of Charles Dexter Ward öyküsü ile Sir Gawain and Green Knight arasında belirgin bir fark görürüz. Sir Gawain and Green Knight bildiğimizin dünyadan ayrıksı, -Todorov’a dönersek- en başta hemen farkına varacağımız, fantastik kararsızlığa yer bırakmayacak derecede olağanüstü bir anlatıdır. Okumaya başladığınızda olağan ve olağanüstü arasında bir kararsızlıkla zaman kaybetmezsiniz. Böylece, bu tür bir okumayı mümkün kılan Yüzüklerin Efendisi ve benzerleri Sir Gawain and Green Knight ile benzer bir düzlemde, hattâ daha öte bir olağanüstülük düzleminde değerlendirilebilir ancak.
Peki klasik fantastiğin kendi içinde uzlaşı barındırmayan sınırlarını iyice kırıp neden tüm kapsayıcılığı ile şöyle demeyelim: Fantastik edebiyat, içinde olağanüstü olay ya da varlıklar bulunduran bir edebî türdür. Yahut Berna Moran‘ın daha zarif ifadeleriyle söylemek gerekirse: “Gerçekliğin mekân, zaman, karakter kavramlarını, canlı cansız ayırımını tanımayan ve bildik dünyamızın ötesinde alternatif bir dünyayı işin içine katan anlatıların tümüne verilen bir ad…”
Bu bakış açısı karşısında şüphesiz Todorov şöyle bir itiraz getirecektir: “İçinde doğaüstü öğeler bulunan yapıtların tümünü kapsayacak bir tür düşünülemez, yoksa Homeros kadar Shakespeare’in, Cervantes kadar Goethe’nin yapıtlarını da böyle bir türe katmak gerekir. Doğaüstü dediğimiz nitelik benzer yapıtları nitelemez, çok geniş bir dağılımı vardır.”
İtiraz elbette anlamlı gibi gözüküyor. Eğer sınır çizeceksek, benzer yapıtları içine alacak sınırları çizelim denilmesi çok anlaşılır bir yaklaşım. Fakat Todorov’un olağanüstü dediği edebî tür kendi itiraz ettiği biçimde hayli geniş ve benzer nitelikleri olmayan eserleri içine alabilir düzeyde değil mi, diye sormak da mümkün olabilir.
Son olarak geniş kapsamlı ve modern anlatıları da hesaba katan Darko Suvin’in çalışmasından yardım alabiliriz. Suvin temelde edebiyatı iki ana akıma ayırarak başlıyor işe: Naturalist ve Yabancılaştırıcı/Yadırgatıcı. Bunlardan bizi ilgilendiren yabancılaşma içeren anlatılar. Terimin özgün biçimi estrangement’tır ve Rus Biçimcilerden Brecht’e kadar uzanan evrimsel bir geçmişi var. Bu tür metinlerin temel özelliği içinde varoldukları çağın bugün ve buradasına alternatif bir varsayım üzerine kurulmalarıdır. Bilim-kurgu ve fantaziyi de bu bağlam içinde birbirinden ayırmaya çalışıyor Suvin. Eğer yazar alternatif gerçekliği kurarken bugün ve buradasının bilişsel yapısına uygun davranma gereği duyuyorsa(ya da öyleymiş gibi yapıyor ve bunu başarabiliyorsa) yaptığı şey bilim-kurgudur. Yani bilim-kurgu bilişsel(cognitive) bir nitelik taşımalıdır. Bunu önemsemeden hareket ediyorsa da anlatı bir fantazidir. Ve sonuç olarak diyebiliriz ki, fantastikte önemli olan şey okurun anlatılan karşısında inançsızlığını istekli olarak ertelemesinden geçecektir. Tolkien inançsızlığı erteleme olgusunu okurun isteğinden çok öykünün yapısına bağlayarak şöyle ifade ediyor: “Aslında gerçekleşen şey, masal yaratıcısının başarılı bir “alt yaratıcı” olduğunun kanıtlanmasıdır. O sizin aklınızın girebileceği bir İkincil Dünya yaratır. O dünyanın içinde, anlattıkları “doğru”dur: o dünyanın kurallarıyla uyum gösterir. Bu yüzden ona sanki içindeymişçesine inanırsınız. İnançsızlık doğduğu anda, sihir bozulur; büyü ya da daha çok sanat, başarız olmuştur.”
Şimdiye kadar bahsettiğimiz tanımlama uğraşları sıkıcılık mertebesine ulaşmış olabilir. O hâlde fenerimizi biraz da fantastik edebiyatın kökenlerine doğru tutalım, zîra böylece meselemiz daha da anlaşılır hâle gelebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder